9 ay, 39 hafta, 279 gün...

Biz tam olarak kaçıncı günündeyiz Gazze katliamının? Neresindeyiz tüm bu olup bitenlerin?

Hayat tüm zorluklarına rağmen bizler için bir şekilde akıp giderken Gazze halkı 279 gündür cehennemi yaşamaya devam ediyor. Toprağının kana bulanmadığı, can kaybının olmadığı tek bir gün yok. Hayatını kaybeden binlerce masum sivil, savunmasız kadınlar ve çocuklar... Kendi vatanlarında sürgün, kendi topraklarında mülteci olmuş bir sağa bir sola sürüklenen insanların "lütfen artık bir şeyler yapın" diye haykırmaları ve bu denli çaresiz, sadece olup biteni izliyor olmamız gerçeğinin altında ezilen bizler.

İnsan hakları insanın hiçbir şart ve statü yani din, dil, ırk, mezhep gözetmeksizin sadece ama sadece insan olduğu için sahip olduğu haklardır. Bunların en başında YAŞAMA hakkı gelir. Gazze halkı ise aylardır acımasızca öldürülüyor ve yetkili kişiler bu yaşanan dehşete dur demek için tek bir girişimde dahi bulunmuyorlar. Gazze halkı katliama uğruyor, yaşlı, hasta, çocuk demeden... Uykularında, sevdiklerinin huzurlu kollarında bombalar yağıyor topraklarına. Sağ kalanlar içinse sözleşmedeki maddelerin devamında sağlık hakkı bulunur fakat hastaneleri de bombalanıyor. Ardından eğitim hakkı gelir fakat okulları enkaz yığınına döndü. Yaşamak denilince bizim aklımızda neler canlanıyorsa artık Gazze’de hiçbiri mevcut değil. Ben yine de Gazze'de hayat durdu demeyeceğim çünkü Gazze halkı her şeye rağmen direniyor.

Artık hangi insan hakları, hangi çocuk hakları, hangi adaletten söz edebiliriz... Her şeyin anlamını yitirdiği günleri yaşıyoruz. Öylesine doldurulmuş, özünde içi boş ve sadece kendi çıkarlarına göre uygulanan yaptırımlar ve yasalar. Bizler şahidiz! Bunca uluslararası örgütün, sivil toplum kuruluşunun, uluslararası uyuşmazlıklar için kurulan yargı organının bulunduğu bir çağda, savaş hukukunun anlatıldığı ama uygulanmadığı, insanlık tarihinin en utanç verici günlerini yaşıyoruz! Burada aslında yok sayılan bir sözleşme değil koca bir insanlıktı. Yok sayılan yalnızca Gazze halkının hakları değil, bizleriz aynı zamanda. Bugün "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığıyla olup biten için hiçbir kaygı ve üzüntü duymayan insanlar, sıra onlara gelip  adaletsizliklerle hatta belki de daha korkunç acılarla karşılaştıklarında iş işten çoktan geçmiş olacak...

‘’Zulmün olduğu yerde tarafsız kalmayı namussuzluk olarak tanımlıyor Cemil Meriç. Fakat benim dikkatinizi çekmek istediğim husus başka. Taraf olma durumu nasıl bir bilgi yeterliliğine, bir inanca ya da bilince bağlıysa taraf olmamak da öyledir. Bir durum karşısında nötr kalmayı seçen bir kişi (bizlere saçma duyulsa da) kendine göre nedenleri olduğunu iddia edebilir ve kendisini haklı çıkaracak argümanlar atabilir ortaya. Bu da tarafsızın söz konusu olaya hakim olduğu, bizlere yani taraf olanlara yalnış görünse de bir bakış açısı olduğu anlamına gelir. Bu gibi durumlarda ufacık bir ihtimal de olsa, yalnış düşüncelerin yerini doğrulara bırakabileceğine dair bir umudun varlığından söz edebiliriz. Negatif düşünceler yerini pozitif düşüncelere bırakabilir, fikirler değişebilir. Peki fikirsizlikle nasıl baş edeceğiz? Beni bu süreçte en çok endişelendiren durum tarafsızlıktan da öte şahit olduğumuz bu ‘’kaygısızlıktır’’.

’İlgisizlik’’, ‘’umursamazlık’’, ‘’aldırışsızlık’’.  Anlamdaş olan tüm bu kelimeler, insanımızın olup bitenlere karşı olan tutumunu özetliyor aslında. Dünyada ve küçük dünyamızda yaşananlara karşı pasif ve duyarsız olduğunu görüyorum çoğunluğun. Bilgiye erişimin bu denli kolay olduğu bir çağda, işlenen bu insanlık suçundan bihaber olmak ne yazık ki içler acısı... Görüp duymadıklarını iddia etmiyorum, aksine görünene körü, anlatılana sağırı oynamayı tercih ettiklerini düşünüyorum. Bunun beraberinde ne yazık ki boykotun anlam ve önemini hala idrak edememiş oluşumuz da geliyor.

Boykot uzun vadede İsrail güçlerine direk parasal destekte bulunan şirketleri zarara uğratma çabası güden bir eylemdir. Fakat çoğunluk bunun beyhude bir çaba olduğunu iddia eder. Yapılan araştırmalar ise aslında ne kadar da yanıldıklarını ve bu şirketlerin gerçekten de ciddi zarara uğradıklarını gösteriyor bizlere. Ben boykot deyince aslında akla ilk gelmesi gerekenin bu olmaması gerektiğini düşünüyorum. Boykotu bir zarar veya çıkar gözetmeksizin de sürdürebilmemiz önemli aslında. Çünkü bu tamamen bizim vicdan ve merhametimizle alakalı. Gazze’deki soykırıma rağmen İsrail’e desteğini açıklayan, açık açık finansal yardımda bulunacağını belirten şirketleri zarara uğratır mıyız veya uğratmaz mıyızı konuşmadan önce sormamız gereken soru; milyonlarca suçsuz insanı acımasızca ketleden İsrail’in suçuna ortak olanların servetine servet katmaya vicdanımız nasıl el verir?

Elbetteki ekonomik zarara uğramaları bizleri sevindirir. Fakat bu hiç mümkün olmasaydı da vicdanen bu markaları hayatımızdan çıkarmanın savaşını vermemiz gerekiyor. Bunu sadece insan olduğumuz için yapmalıyız. Boykot aynı zamanda aktif bir rol oynatır bizlere. İsrail’in karşısında durduğumuzun bir işareti olarak bu zulme karşı çok şey olmasa da bir şeyler yapabilmenin sonucunda çaresizlik duygusundan bir nebze de olsa kurtulmamızı sağlar. Unutmayalım ki çocukların katledildiği hiçbir dava haklı değildir. Hasta, yaşlı, çocuk ve kadın gözetmeyen, hastaneleri hedef alan hiçbir savaş savaş değildir. Savaş böyle bir şey değildir. Bunun adı yıllardır işgal, şimdi de soykırımdır. Dünyanın neresinde olursa olsun suçsuz yere ölen insanlar için her zaman bir fikrimiz ve zikrimiz olmalı, tarafımız mazlumun yanı olmalıdır...

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Velhasıl Kelam :)

Yorulmanın da zevkli bir yanı var...