Kayıtlar

Velhasıl Kelam :)

Resim
    Tüm vücudunu baştan uca kaplayan o çirkin his. Sabah akşam içini kemirip duran, seninle uyuyan ve uyanan, gölgen gibi peşinden gelen o geç kalma korkusu. Bir şeyleri ertelemenin yarattığı rahatsızlık hissi. Yoruyor, zaman zaman çok şiddetli esen bir rüzgar gibi esip sarsıyor insanı. Bir ağaç gibi yaprakların dökülüyor sanıyorsun, soğuktan, sıcaktan, yağmurdan korunduğun o sağlam çatının uçtuğunu hissediyorsun. Öyle sert, öyle acımasız. Zaman kendi normalinde akmaya devam ederken, kalabalıkların arasında hızlıca ilerleyen insanları izlerken çakılıp kaldığın yerde sürüklenerek bir şeylere yetişmeye çalışıyormuşsun gibi çaresiz hissediyorsun. Yetişebileceğine dair umudun kalmamış. Ertelediğin her şeyin pişmanlığı kocaman bir yük omuzlarında. Onunla yatıp, onunla kalkıyorsun. Otursan da, uzansan da o ağırlık hiç eksilmiyor, bir gram dahi azalmıyor. Zamanın en can yakıcı tarafı, senin günlerce belki aylarca durup kaldığın yerde o akmaya devam ediyor. Vakit geçiyor, günler ve ge...

9 ay, 39 hafta, 279 gün...

Resim
Biz tam olarak kaçıncı günündeyiz Gazze katliamının? Neresindeyiz tüm bu olup bitenlerin? Hayat tüm zorluklarına rağmen bizler için bir şekilde akıp giderken Gazze halkı 279 gündür cehennemi yaşamaya devam ediyor. Toprağının kana bulanmadığı, can kaybının olmadığı tek bir gün yok. Hayatını kaybeden binlerce masum sivil, savunmasız kadınlar ve çocuklar... Kendi vatanlarında sürgün, kendi topraklarında mülteci olmuş bir sağa bir sola sürüklenen insanların "lütfen artık bir şeyler yapın" diye haykırmaları ve bu denli çaresiz, sadece olup biteni izliyor olmamız gerçeğinin altında ezilen bizler. İnsan hakları insanın hiçbir şart ve statü yani din, dil, ırk, mezhep gözetmeksizin sadece ama sadece insan olduğu için sahip olduğu haklardır. Bunların en başında YAŞAMA hakkı gelir. Gazze halkı ise aylardır acımasızca öldürülüyor ve yetkili kişiler bu yaşanan dehşete dur demek için tek bir girişimde dahi bulunmuyorlar. Gazze halkı katliama uğruyor, yaşlı, hasta, çocuk demeden... Uyku...

Yorulmanın da zevkli bir yanı var...

Resim
Yorulmanın da zevkli bir yanı var . Mesela, ayaklarımın sızısına aldırmadan hiç bilmediğim yeni bi sokağı daha keşfederken, zamana ve mekana aldırış etmeden, nereye varacağımı bilmeden saatlerce yürüdüğüm bu yoldaki yorgunluğum gibi. Siz hiç yorulurken dinlendiğiniz anların olduğunu hissettiniz mi? Tıpkı şu an hissettiğim gibi. Belki bir resim yaparken, bir yazı yazarken, ya da bir ağaç dikerken. Belki de inandığınız dava uğruna yollara düşerken...  Yorulmanın da mutlaka zevkli bir yanı var. Mesele ruhuna iyi gelen o yorgunluğu bulmakta ve ne pahasına olursa olsun onun peşinden gitmekte. Anlamak istemeyenler olabilir. Biliyorum... Çok kez anlaşılmadım. Sen yine de pes etme! İnandığın yolda önüne çıkan taşları ayıklamak da bu işin bir parçası. İşte şimdi yürüyorum hiç soluklanmadan. Bedenim yoruldukça ruhum dinleniyor. Beton yığınlarının arasından gün batımını izleyebilmek için güzel bir yer arıyorum kendime. Yetişmeye çalışıyorum koşar adımlarla. Yakalamak istiyorum güneşi. Sığ...

ANLAŞILMAK KADAR ANLAMAK

Resim
  Sevgili Kudüs şairi Nuri Pakdil'in tesadüfen ana sayfama düşen bir sözü beni derin düşüncelere sevk ediyor b ir gece vakti ve bu düşünceler yazıya dönüş ü veriyor. Üsta t diyor ki ‘’A nlamak fiilinden meşaleler yapılm alı, yeryüzünde birbirimizi görebilmek için ’’ . Şair bu sözüyle birbirini anlayan insan sayısının ne kadar az olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyor bizleri. Görmezlerin ve duymazların çağı bu çağ. Hayatta kalabilmek için bedenimiz suya ve besinlere ne kadar ihtiyaç duyuyorsa ruhumuz da anlaşılmaya o kadar ihtiyaç duyar. Anlaşılmamak açlık gibi susuzluk gibi insanı öldürmez belki ama derin yaralar açar. Görünmez izler bırakır hayatımızda. İnsanın gölgesi olur adım adım takip eder onu. Her anında, her yaşında... ‘ ’İnsan anladığı ve anlaşıldığı insanla çiçek açar’’. Zarif adam Cahit Zarifoğlu ise iki noktaya değiniyor. Anlamak ve anlaşılmak. Sadece anlaşılmayı beklediğimiz sürece eksik parçalar yüzünden tamamlanamayan bir yapbozdan farksız olur hayatımız. Önce belki de...

YILDIZLI GECE

Resim
Her zaman gittiğim parkın çimenlerine uzanıyorum. Bu gece yıldızlar ne kadar da güzel! Sanki bundan yarım saat önce şiddetli bir kavganın ortasında kapıyı çarpıp çıkan ben değilmişim gibi oldukça sakinim.Nedeni bu berrak gökyüzü, bu yıldızlar, bu ılık hava olabilir mi? Az sonra bilgisayarımı açıp yazmaya hazırlanıyorum. Nerede olduğumu asla tahmin edemeyeceklerini bildiğimden içim rahat. Onlara göre -yani aileme göre işte- ben yalnızlıklar kraliçesiyim. Issız bir kuytu köşede sinirden ağladığımı sanabilirler. Umurumda değil. Kalabalıklar arasındaki yalnızlığı seviyorum. İnsanlar arasında tek olmayı... Bunu -ve hakkımdaki birçok şeyi- bilmedikleri için, şu an bir sürü insanla dolup taşan bu parkın bir köşesinde bulunduğumu tahmin etmeleri güç neyse ki. Her insan bir gün kendi devrimini yapar. Bu sözü bir yerde mi okumuştum, şimdi mi uydurdum tam emin değilim.Yok artık Zeynep o kadar da değil! Evdekilere isyan bayrağını kaldırmışsın gibi havalara girmek de neyin nesi? Sinirin -sinirleri-...

SESSİZ ÇIĞLIK

Resim
              Gece ile gündüzün arasında, karanlığın aydınlığa dönüştüğü saatlerdeyim. Kızıla boyanmış göğün altında, soluk soluğa yürümekteyim... Bilmem ki bu kaçıncı endişe, bu kaçıncı telaşesi ruhumun. Bu ıssız kaygılar sokağında yapayalnız sendelemekteyim... Bağırsam duymaz kimseler sesimi,  boğazım düğüm, çığlığım sessiz. Merhametin yasını tuttuğum bu yaşımda umutsuzluğun pençesindeyim... Kelimeler tükenmiş, cümleler sığ, ruhum bu zamandan çok uzak. Kendini bilmezler arasında, haddimi bilmekteyim...